Büyük depremin üstünden 18 gün geçti..
Ne yaşadık anlamlandırmak işi …
Bunu farkında olarak yada olmadan yapmaya çalışıyoruz. Burada olayın kendisi ve bizim üzerimizdeki etkisini ayırt etmekte fayda olabilir. Depremin kendisi afet , kayıplarımızsa bu afeti felakete çeviren.
Büyük bir şok ve acıyı birlikte yaşadık. Hem depremi yaşayanlar hem de tanıklık eden bizler, toplum . Şu anda hem dayanışma ile destek vermeye hem de yaşadıklarımızı anlamlandırmaya çalışıyoruz.
Pek çok insanımızı kaybettik. İnsanlar hayatlarını kaybetti. Yalnız ölenler değil, hayatta kalanlar da 6 şubat öncesine kadarki hayatlarını kaybettiler. Şehirler, okullar, arkadaşlar, tanıdıklar. …İnsanlar insanlarını kaybetti. İnsanlar evlerini ve işyerlerini kaybetti. Ve ev en güvenli yerdi…
Ne yaşıyoruz ?
Burada olayı yaşayanlar ve tanık olanlar üzerindeki psikolojik etkilere değineceğim.
Duygu selinden geçtik, hala geçiyoruz. Bu hem kendiliğinden oluyor hem de ekran ve haberlere maruziyet nedeniyle içimizde çoğalmakla… Duygulara geçmeden önce şunu ayırt edelim. Zihin, zihnimiz, olaya ilişkin açıklamalar, nedenler vs yi arar, belirsizliği sevmez ve bir nedene bağlamak ister olan biteni. Bu zihinsel çaba, neden-sonuçların değerlendirmesi , muhasebesi dün-bugün-yarın ekseninde hataların tekrarlanmamasını sağlamak üzere ders almaya ilişkin. Ancak bununla önümüzde duran acının kendisi ve onu sarma işi ayrıca bizden ilgi talep eden konular. Elbette mantıksal, zihinsel çıkarımlar vs yapacağız, ama bunları yaparken bu zihinsel işlerin kaybı geri getirmeyeceğini fark etmek gerek. Bu acı ve kayıp oldu, maalesef yaşandı.
İ çimizde dalgalanan en yaygın duygular , korku, kaygı, çaresizlik, öfke, suçluluk , ….
Depremden kurtulanlarda “ben kurtuldum onlar öldü, neden ben kurtuldum ki ” Tanık olanlarda da ” başkaları hayatını kaybederken ben iyi durumdayım, buna hakkım yok vb ” düşünceler, ve sonucu suçluluk… “elimden bir şey gelmiyor ” çaresizlik-yetememe hissi oldu, olmakta… .Ancak bununla beraber yine de elden geleni yapmak için gayrette kalmaya çalışıyoruz.
Hayatta kalanların sorusunun bendeki yankısı ;
Sahi biz neden hala hayattayız?
…
Bu olay için travmatik diyoruz, travmatik kelimesini herhangi bir üzüntüden farklı, dayanma gücünü zorlayan durumlar için kullanıyoruz. Günlük hayatta karşılaşılan sorunlar baş etme kapasitemiz içinde kabul edilir, işyeri özel hayat sorunları vb. Oysa bu olayda, gücümüzün üzerinde, yıkıcı, ani bir etkiye maruz kaldık. Bu maruziyet hem yaşayan afetzedeler hem de olayın sonrasına tanıklık eden toplum için geçerli. Şahit olduğumuz acının vehameti karşısında ne yapacağımızı bilemedik, haykırdık , kurtulma ihtimali olanlar için bir şeyler yapmaya çalıştık. Gücümüz yetti ve yetmedi…. Yeniden denedik ve sonra hayat kurtarma aşaması bitti.
Her travma , geçmiş bugün ve gelecek arasında bir yarılma yaratır, kırılma kendi içimizde de . O yüzden işimiz başımıza gelen bu olayı işleyerek o köprüyü yeniden inşa etmek de. Belki de depremde kırılan yerlerden çıktığı söylenen kaynaklara kendimizde ve hayatta kalanlarda şahit olacağız…
Çoğumuz bu afetten önceki insan değiliz, sanırım olmamalıyız da… Çünkü öyle olursa tanık olanlar ve sağ kurtulanlar için olası bir anlamı yakalayamama ihtimali var. Bu ne demek ? Acının etkisiyle yanan beyinlerimizde ateşlenen soruları doğru sormak ve ölümle karşılaşanlar olarak yaşamanın anlamını yeniden değerlendirmek ve hatta araştırmak… Bu iş önümüzde duruyor olabilir…
Bu, acı ve zor , çünkü yüzleşme işi zorlu. Zor olduğu kadar elzem.
Buradan kaçmak isteyenler olduğunu göreceğiz ve bunun pek çok yolu var. Bir yolu -ki bu afette de tepki verildiğini gördüğüm – acıyı köpürterek insanların merhamet- vicdan gibi en kıymetli duygularıyla dalga geçercesine acının sessiz yaşanmasına izin verilmemesi…( biliyorsunuz, o müzikli videolar… ) Bartın maden kazası sonrası bir yazıda bu amaçla yapılan yayınların acıyı işlemeye değil hissetmekten kaçmaya hizmet ettiğini dile getirmiştim.
Acıya tutunmak değil ama acıya sahip çıkmak değerli ve bu sahip çıkışta bu acıyı kullanmak isteyenlere karşı da uyanık olmak gerek. O acı ki işlenecek , özü bize ders olarak kalacak… Acı ki insanı kendine getirir, doğru soruları sorabilirse(k) Acı başka nasıl öğretmen olabilir ?
Sahi biz niye hala hayattayız….
Demem o ki, acının bir hediyesi var, olacak… Onu aramalıyız…. Muhtemelen şu an onu arıyor, bazılarımız…
Eğer içinde “neden” sorusu uyanan varsa bu sorunun arkasından gelen sorgulama bize ölüm karşısında yaşamın anlamını hediye edebilecek olan da… Bu kadar ölümün içinde süren bir şey olabilir mi? Hatta bu kadar acının içinde yeniden hissedilen iyi bir şey olabilir mi?
Sanırım, var…
Bu soruya cevabın tamamı şimdinin içinde bile olmayabilir, sonraya uzanacak….
…
Hesaplaşma
Biliyorum öfkeliyiz. Belli noktalarda bunun da yeri var. Ama gerçekten o kadar mı, bu felaketin bütün hesabı ? Eğer genelde yaptığımız gibi bütün sorumluluğu kendimiz dışında odaklara teslim etmeye sapar ve bütün enerjiyi buna yönlendirirsek kendimizle ilgili olan dersi görme şansını da kaçırıyoruz. Yani bu işin, bu toplumun bireyleri olarak öncesinde , sırasında ve sonrasında kendi hayatla hesabımız adına bizi dürtmesi gereken bir yanı da var.
Nasıl mı? Yaşamda neye değer verdiğimiz, sıradan günlük hayatlarımızı tek tek seçimlerimizle nasıl ördüğümüz, birbirimize tavırlarımızda hangi düsturu benimsediğimiz, nelerden kopamadığımız, neleri bir gecede kaybetmek karşısında çaresiz kalacağımız ? Bunları düşünüyorum çünkü bu felaketi birebir yaşayarak ruhlarında, bedenlerinde, evlerinde ve sevdikleriyle sınananların ızdırabı bizim de içimizde depremler yarattı. Onların yaşadıkları bizim de sınavımız oldu, iyice düşünürsek varacağımız yer burası…Onların yaşadıkları üzerinden biz de benzer acıları yaşama ihtimalimizi düşünüyoruz .
Belki de bu yüzden , bu hissedebilme kapasitemiz sayesinde onların acısına el uzatma ihtiyacını da hissediyoruz… Elbette insan olanın başka bir insanın acısına duyarsız kalamayacağını, kalmaması gerektiğini en acı şekilde hatırlıyoruz.
Sanırım bunu biraz unutmuştuk….
Buralarda, kendi duygularımıza bakarken işimize yarayacak bir konu, her duygunun işlevi olduğu. Korku olmasa tehdidi algılayamaz ve hayatta kalamazdık. Demek ki lazım, olmasının bir nedeni var . Nedir korkunun zıddı ? Güven . O halde korku bizi güvenlik duygumuzu beslemeye , arttırmaya yönelten eylemleri seçmeye ittiren de. Korkmak olağan, kaygılanmak da . Ama kritik soru şu ; korkuyla ne yapıyoruz ?
Kaygılanmakla meşguliyet: Olası yeni depremleri tahmin etmeye çalışıyoruz. Kontrolümüz dışı olan bır faktörü (depremin olması ) bilmeye çalışarak kontrol etme çabası. Bilimsel yöntemlerle, gelebilecek -olabilecek olanın tahmini kendimizi korumakta kullanmaya sözüm yok ancak bütün hayatta kalma planını bunu tahmin edebilmeye dayamak -bağlamak kendi elimizde olan – sorumluluğumuzda olanı yapmaktan kaçınmak yüzünden ise burada bir sıkıntımız olabilir. O zaman şu soruyu sormalı; Depremi tahmin etmekle ilgilendiğimiz kadar kendi elimizde olan güvenlik koşullarını arttırmaya yöneliyor muyuz? Sadece tahmine bel bağlamak günün birinde bizi depremden koruyabilir ancak hayatın içinde bizi geliştiren bir tavır olamaz. Neden -sonuç ilişkilerinde kendi yerimizin , yaptıklarımızın ve yapmadıklarımızın etkisini görmek ve kabul etmek durumundayız. Bu yüzleşme başta bize zor gelebilir, acı verebilir ancak bunu yapmamanın sonucu olan acının yanında şimdi bunun acısını duymak çok daha hafif kalır, kaldığını gördük…,
Kaygılanmaya kapılmanın başka bir türü, sadece kaygılanarak ve konuşarak bir şey yaptığını zannetmek. İlginç şekilde bunları yaparak bir eylemde olduğumuz zannına yakalanabilmekteyiz. Oysa kaygılanmak bir eylem değil, kaygı-korkuyu çözmek adına -yapılabilecek olan-sonuca etki edebilecek eyleme geçmek eylemdir. Sınavdan kaygı duyan çocuğun yapması gereken sınava çalışmaktır, çünkü sınav sonucuna ancak böyle etki edebilir, kaygı duyarak değil. Sınav notu , not hakkında ne kadar kaygılandığına bakılarak verilmiyorsa…
Kaygıyı yönetmenin bir yolu, haberdar olacak kadar izlemek, bilgi almak ve daha fazlasının bizi nasıl etkilediğini, neye yaradığını kendimize sormak… Sonucu, ekran maruziyetimizi kontrol altında tutmak
Sonra , Öfke duygusu…. Bazıları için en kolay ifade edilebilir duygu, öfke. İnsan öfkeli iken kendisini güçlü hissettiğinden de… Oysa öfke ikincil bir duygu. Altında incinme, hayal kırıklığı, değersiz hissetme gibi duygular var. Öfke, üzüntüde, hayal kırıklığında kalmak istemediğimizden adeta o ilk histen dışarıya yaptığımız bir hamle; -üzüntüden çöküp kalabilecek kişi öfkeyle ayağa kalkar…. – Bu felakette asıl duygumuz öfke mi yoksa üzüntü mü ? Bence üzüntü, hatta keder… Bu üzüntüyü yaşamadan öfkelenen varsa içine biraz daha dikkatli bakmazsa özdeki acıyı kaçırabilir , öyleyse…
…
—–Başlangıçta tıpta kullanılan travma kelimesinin Hint-Avrupa kökü vardır ve çift anlamı vardır: a) ovmak, öğütmek, delmek; ve b) üstesinden gelmek [7, 8 ]. Travma, bireyin karşı koyamayacağı bir etki yaratma yeteneğine sahip şiddetli bir şoktur. Bu nedenle, “delen” travma, travmatik bir durumda görülen iki olası psişik gelişmeyi tanımlayan “içinden geçmek” ile aynıdır: TSSB’nin ( Travma sonrası stres bozukluğunun gelişimi) veya dayanıklılığın gelişimi – travmadan geçme ve kişinin hayatının içine anlam katma yeteneği. ——(1)
Bu günlerde kendime dediklerim;
“Olan oldu, bünyem alabileceği kadar acıyı aldı ve bunu sindirmekle uğraşıyor. Şu an enerjimi yardıma ihtiyacı olan sağ kalanlara seferber etmek durumundayım. Ölümler oldu, kaybedilenler için yasım var tutulacak. Yasa hakkını vermek gerek ve bu olacak. Bu beni yavaşlatabilir ancak kendimi bırakmanın ne bana ne hayatta kalanlara faydası olacak… Suçluluk duygumda samimi isem bu beni sorumluluğuma çağırmakta. Bunu zamanında yapamadı isem şimdi hayatta kalanlar için yapmalıyım. Onlar benden daha büyük bir acı yaşadı ve hayata tutunmaya çalışacak, onların desteğe ihtiyacı olacak. Birbirimizin elinden tutabilirsek belki de bu sayede şu an farkında olamadığımız değerler bize ilham olacak. Bunun için öncelikle, yaşadığım sürece değer katma ve bunu paylaşma çabasında olmanın, sorumluğum olduğunu kabul ediyorum, eskisinden daha fazla….”
24.2.2023
1)7 ) Nestrovski A, Seligmann-Silva M: Apresentação. Catástrofe e Representação. Edited by: Nestrovski A, Seligmann-Silva M. 2000, São Paulo: Escuta, 7-12.