Anne ve babası İrlanda göçmeni olan Sandra, 52 yaşında, Batı Kanada’da İngiliz edebiyatı profesörü olarak görev yapan bir kadın. 18 yıldan beri Sam adında bir çocuk doktoru ile mutlu bir hayat sürdürüyor ve bu ilişkiden olma iki yetişkin kızı var. Annesi yıllar önce ölmüş, Toronto’da yaşayan babası ile ise yıllardır görüşmüyorlar. Bir konuşma yapmak üzere Toronto Üniversitesi’ne çağırılmış olmasını fırsat bilerek kısa bir süre sonra babasını ziyaret etmek niyetinde. Buna bir yandan sevinirken bir yandan da, babası ile kalıplaşmış cümlelerden başka bir şey konuşmayacak olmaları nedeniyle, içinde bir şeylerin tepki duyduğunu hisseden Sandra, bu huzursuzluğunu bir konuşma sırasında Sam’a açar.
“Sana ters gelen bir şeyi ne diye yapmak zorunda olasın ki? Babanla açık açık konuşmaya çalış ve bak bakalım ne oluyor. Kendisine yaklaşmana izin verir ya da vermez. Ama sen artık onun tepkilerine bağımlı biri değilsin ki.“
“Haklısın. Seninle ve çocuklarla pek çok kez açık açık konuştum ve bunun yapılabileceğini biliyorum. Aramızda, anne ve babamın evinde konuşulması olay yaratacak şeyler konuşuyoruz kimi zaman. Çocukluğumda konuşmaktan korkardım. Büyüdükten sonra korkmam için bir neden kalmamıştı gerçi, ama ben yine de sanki bu nedenler hala mevcutmuş gibi yaşamayı sürdürdüm. Çocukluktan çıkalı beri birbirimizle hiçbir zaman gerçekten konuşmamış olmamızın sadece anne ve babamdan değil. benden de kaynaklanmış olduğu bu ana kadar aklıma gelmemişti bile. Çocukken onlara yaklaşmam mümkün olmuyordu, ama şimdi değişik, yeni bir tarzda yaklaşmayı niye başaramayayım?”
Bunun üzerine Sandra babasına telefon edip geleceğini bildirmeye karar verir. Babası, 30 yıl önce, Sandra’nın annesinden ayrıldıktan sonra evlenmiş olduğu ikinci karısının ölümünden beri yalnız yaşamaktadır. Büyük kızının kendisini ziyaret edecek olmasına bu ziyaretin amacını bilmeksizin sevinir.
Sandra, başlangıçta biraz sıkıntılı olmasına karşın sonradan açılarak,
“Seninle çocukluğum hakkında açık açık konuşmayı o kadar isterdim ki,” der babasına.
“Her zaman açık konuşmadık mı yani?”
Sandra kulaklarına inanamadığı halde gayet sakin bir şekilde,
“Hiçbir zaman gerçekten açık konuşmamışız gibi geliyor bana,” diye cevap verir.
“Sen küçükken zor günler yaşıyordum. Eğitimime uygun bir iş bulamamıştım. Bu yüzden ailecek güzel dairemizi terk etmek zorunda kalmış ve bir süreliğine hepimiz tek bir odaya sıkışmıştık. Alacaklılar kapıya dayanıyor ve icra memuru gönderme tehditleri savuruyorlardı.”
“İşte tam da bu nedenle birbirimizle konuşmamız ve birbirimize destek olmamız gerekmiyor muydu? Sürekli bir endişe içinde yaşadığım hiç aklına gelmedi mi? İçimi dökebileceğim, bana evde olup biteni ve benim anlamadığım her şeyi açıklayabilecek birine ihtiyaç duyduğum? Beni bir kez olsun teselli etmeye çalıştığını hatırlamıyorum.”
“Ama annen. arkadaşların vardı. Yalnız değildin ki.”
“Ama sen benim babamdın ve yerini doldurabilecek hiç kimse yoktu. O zamanlar senin desteğine ve açıklamalarına ihtiyacım olabileceği hiç aklına gelmedi mi?”
“Benim görevim seni. dinimize ve geleneklerimize saygılı iyi bir insan olarak yetiştirmekti.”
“Baba, daha şimdi sana belki de balık fıyatlan hariç tek bir konu hakkında konuşmamış olduğumuzu söyledim. Sense sanki ne dediğimi duymamış gibi, tutmuş dinden, eğitimden bahsediyorsun. Birbirimize bu kadar yakın, hatta tek bir odada yaşamış olmamıza karşın bu kadar uzak kalmış olmamız hiç mi üzmüyor seni?”
“Anlaşılan kendi halini unutmuşsun. Bana karşı saygısız ve son derece kapahydın. Konuşmaya çalışmış olsam bile sana ulaşabilmem mümkün müydü ki?”
“Ahlak dersi vermeye kalkışman beni direnişe geçmeye itebilirdi, bu doğru. Ama kendimi nasıl hissettiğimi sorman değil. Yine de bir kez olsun yapmadın bunu.”
“Bir çocuğa bunu sormak aklımın ucundan bile geçmezdi. Ben çocukken. gece annemin çığlıklarıyla uyandığımda, bana da kimse sormamıştı kendimi nasıl hissettiğimi. Sonunda ambulans gelip annemi hastaneye götürdü, kimse de bana bir açıklama yapmayı düşünmedi.”
“Yani seni korkunla yalnız mı bıraktılar?”
“Açıklamaya kalkmış olsalar bile bir çocuk depresyondan ne anlar ki?”
“Ama en azından birinin seninle ilgilendiğini, korkunu anladığını hissetmiş olurdun. Bu hiç de önemsiz bir şey değil. Böylelikle korku içindeki bir çocuğun teselli edilmesi gerektiğini öğrenmiş olurdun. Halbuki sen beni daha da korkuttun ve bunun benim için ne denli yıkıcı olduğunu fark etmedin bile. Çocukluğunda paniğe kapıldığın anlarda bile teselli edilmemiş olduğun için, çocukların hiçbir şey hissetmediklerini, hiçbir şeyi fark etmediklerini ve avutulmaya ihtiyaç duymadıklarını düşündün. “
“Beni avutacak kim vardı ki? Herkes annemle ilgileniyordu. Sakat babamsa annem gittikten sonra daha da çaresiz bir halde kalmıştı.. Evin idaresini ninem eline aldı. Ondan, annemden korktuğumdan daha fazla korkardım. Tek kurtuluşum katolik okulu idi.”
“Bana öyle geliyor ki, ne zaman sana ihtiyacım olsa, dua etmeye kaçıyordun. Bir ihtimal beni duygulan olan bir insan olarak değil, hoş bir oyuncak olarak görüyordun. Annem her zaman senin beni çok sevdiğini söylerdi, tabii ben de buna inanmak istiyordum.”
…
“Ama karnın ağrıyordu, annen ve ben de sana yardım etmek istiyorduk.”
“Anlaşılan hala bana yardım etmiş olduğunu düşünüyorsun. Bunun nedeni de kendinizi hiç benim yerime koymaya çalışmamış olmanız olabilir ancak. Karın ağrımın nedeni hep yalnız kalmam, bundan acı duymam ve bu konuda konuşabilecek kimse bulamamamdı. Sen ya da annem anlayış göstermiş olsanız benim sindirim sürecim de diğer çocuklarınki gibi normal olacaktı. Ama benimle konuşmak yerine kendi iradenizi bedenime dayatmaya çalıştınız. Bedenim, karın ağrıları yoluyla ruhsal sıkıntıma işaret ediyordu. İfadesi gayet açıklı ama size ulaşamadı bu. Her seferinde bunun için cezalandırılıyor olduğum hissine kapılıyordum. Lavmanlar tecavüz gibiydi. Kendimi bir nesne gibi hissediyordum, cansız ve iradesiz. Ağlıyordum, bedenim direniyordu ama acımanız yoktu. Üç yaşındaydım, sana ‘normal ve sağlıklıyım, bağırsaklarımın verdiğiniz sıvılara ve müdahalelerinize değil, ilgi ve saygınıza ihtiyacı var düzgün çalışabilmek için; bedenim oyuncak değil, zorla boşaltmaya çalışman onu şaşkına çeviriyor, işlevlerini bozuyor; kızın ileride bedenine güvenemeyecek’ diyemeyecek kadar küçüktüm. Bunları sana söylemeyi hiçbir zaman beceremedim, bu yüzden de duygularımı bastırdım ve her şeyi unuttum. Ama senin tedavi çabaların benim ileriki yıllarda da bedenimin verdiği sinyalleri dikkate almamama yol açtı. Bir derdim olup da bir şey yiyemediğim zamanlarda, olayın gerçek nedeniyle, derdimle ilgilenmiyordum. Hatta sindirimim düzelsin diye sağlam apandisitimi aldırdım. Bir süre gerçekten de düzeldi. ama sonra ağrılar tekrar başladı. Bunun üzerine yeni ameliyatlara. gereksiz yeni yaralayıcı girişimlere izin verdim.”
“Başka ne ameliyatları oldun?”
“Bunun bir önemi yok. Senin ve annemin gerçekten bana yardım etmek istemiş olduğunuza ama bedensel semptomlarımı anlamayıp tümüyle çaresiz kaldığınıza ihtimal vermiyor değilim. Çocuğun ruhsal bir sorunu olabileceği fikri size tamamen yabancıyken başka nasıl davranabilirdiniz ki? Bense, çocuk aklımla bütün bu bedensel çilenin gerekli olduğundan bir an bile şüphe etmedim. Bunun sonucunda da hastalıklı bir yapım olduğu ve sürekli senin yardımına ihtiyaç duyduğum konusunda sana inandım. Daha sonraları ise doktor yardımı olmaksızın yaşamımı sürdürülerneyeceğine inanmaya başladım. Kendi gücüme birazcık olsun güvenim yoktu, lavmanlannla onu dışarı püskürtmüştün kelimenin tam anlamıyla.”
“Bunu nasıl bilebilirdim? O dönemde bütün doktorlar lavman öneriyordu.”
“Belki de öyleydi, ama bütün ebeveynler en ufak rahatsızlıkta çocuklarına lavman yapmıyordu. Ya da en azından bu denli sık. Belki de çocukluğunda çaresiz bir şekilde maruz kalmış olduğun eziyetler için bir tür sübap görevi görüyordum. Bunlar hakkında pek bir şey bilmiyorum, çocukluğundan hiç bahsetmezdin. Tek bildiğim, süt annenin bir gözünün olmadığı ve sana sütten kesildikten sonra da uzunca bir süre bakmış olduğu. Bunu bana küçük halam anlatmıştı . Süt annenle geçirdiğin dönemi hatırlıyor musun?”
“Ne demek istiyorsun sen? Süt annem bana iyi davranırdı, Şikayet etmemi gerektirecek bir şey yoktu, ne ondan ne de anne ve babamdan. Şikayet etmeme yol açacak bir şey olmuş olsaydı bile, babamı asla şimdi senin yaptığın gibi eleştirmezdim. Hepsine şükran borçluyum.”
“Anlaşılan hepsi kusursuz insanlardı. Bir tek benim, ilk doğan çocuğunun sürekli tamire ihtiyacı vardı. Yalnız sindirim sistemimi değil, solunum yollanmı da gözetim altında tutmanız gerekiyordu. Boğazıma bir şey kaçıp öksürecek olsam hemen zatürree tedavisine başlıyordunuz. İki yaşında bir bebekken beni soyup masaya yatırmış, sırtıma ve göğsüme sıcak kupalar basmıştınız. Deriye yapışsınlar diye de daha önce açık ateşte ısıtmıştınız kupaları.
“Yanacağımdan korkmuş, vazgeçmen için yalvannıştım sana. Sense ne yaptığın işi bırakmış, ne de beni yatıştırmaya çalışmıştın. sanki benimle konuşman yasakmış gibi. Tedavi girişimlerini ceza olarak algıladım ama bunlan hak edecek ne yapmış olduğumu bilmiyordum. Küçük bir kız çocuğu, çektiklerinin kendisiyle değil. Senin geçmişinle ve bastuılmış korkulannla ilgili olduğunu nereden bilebilirdi ki?”
“Neden bahsettiğini anlamıyorum. Korku falan duymuyorum. Sana demin de söylediğim gibi, benim için yapmış olduklanndan ötürü anne ve babama şükran duyuyorum ve şikayeti gerektiren hiçbir neden göremiyorum.”
“Hem korkularından hem de şikayet etmeni gerektirecek nedenlerden korkuyorsun. Bunu anlıyorum. Üzücü olan, böyle yapmakla acılarını inkar etmen ve korkularını ve acını benim hissetmemi sağlamış olman. Acını hissedebilmiş olsan daha bilinçli olur ve beni koruyabilirdin. Çocukluğunda korku duymanı gerektirecek hiçbir şey bulunmamış olduğunu söylüyorsun. Halbuki annenin geceleri attığı çığlıklardan siz çocukların ödü kopuyordu. Bunu da halam anlattı.”
“Annemi bunun için suçlayamazdım. Hastalığının kurbanıydı o. İnsan hastalığı yüzünden suçlanabilir mi?”
“Tabii ki suçlanamaz. Ama sen çocukken bir kez olsun baş kaldırmış olsan, benim çocukluğum bu kadar acılı geçmemiş olacaktı. Belki de seninki gibi bir ailede baş kaldırmak mümkün değildi, gerçekten de herhangi bir şekilde karşı koyma şansın gerçekten de yoktu. Daha sonra, aile babası olarak da, tıpkı çocukluğundaki gibi pasif, güçsüz ve uysaldın. En azından yetişkinler karşısında. İradeni zorla kabul ettirebileceğin ve kendisine yaptıklarım tedavi girişimi sayabileceğin tek insan olarak beni bulmuştun. Sana hiçbir şey yapmamış olan, seni seven, sana hayran, ilgini yitirmemek için her şeyi kabullenmeye hazır küçük kızını. Bu ilginin ardına bir yalanın yaptığını nasıl fark edebilirdi ki o küçük kız?”
“Şimdi de yalancı oldum, öyle mi? Yaptıklarımı bu kadar kendinden emin bir şekilde nasıl yargılayabiliyorsun?”
“Güvenim, kendimle yıllarca süren uğraşmamın sonucu . Hastalıklarımın, sizin iyi niyetle bana çocukken uygulamış olduğunuz tedavilere dayandığını bulabildim. Bu keşfim seninle yaşamış olduğum trajik öykümü daha iyi anlamama yardımcı oldu. Yaşamımın ilk yıllarına ilişkin anılarım yoktu tabii.
“Bu iki kalıp, düşlerimde, kendilerinden ne ders çıkaracağımı bilmeksizin, yıllarca tekrarlandı durdu. Nasıl acı çekmiş olduğumu görmem yasaktı ve bunu istemiyordum. Sana olan sevgimi, ne pahasına olursa olsun yitirmek istemiyordum. Belki bu sevgi olmasa ben de körelmiş olacaktım. Öte yandan gerçeği öğrenmek de istiyordum.
” Beni, kimi zaman sana göz kulak olmuş olan komşumuz John ile karıştırmış olamaz mısın?”
“Hayatımda senin oynadığın rol kimseninkiyle karıştırılamaz baba! John’un bana ne yaptığını biliyorum. Onun bana yaptığı her ne olursa olsun, senden çektiklerimin yanında hiç kalır. Seni her şeyden çok seviyordum. John, içimden reddedebileceğim, kendisinden tiksinebileceğim biriydi. Sense yaşamımın ilk yıllarında benim için en önemli kişiydin ve sana olan bağım, normal durumda anneye olan bağ kadar güçlüydü. Sense tutup güvenimi kötüye kullandın, duygularımı altüst ettin. Beni sevdiğin, sevilen bir çocuk olduğum ve günün birinde seninle gerçekten konuşabileceğim şeklinde aldatıcı varsayımlara ittin beni. Halbuki ne karşılıklı oturup konuştuğumuzu ne de doğrudan bana yönelmiş bir bakışını hatırlıyorum.”
“Sık sık hasta olmam benim suçum değildi. İspanyol gribi bende derin izler bırakmıştı.”
“Bunu çocukluğumda ve gençlik çağlarında defalarca duydum senden. Ruhsal kapalılığının mazeretiydi bu hep, ben de sana acırdım.Acısını paylaşmadığım tek insansa kendimdim; ama artık öyle değil. Şimdi sana, davranışının bende ne gibi etkileri olduğunu anlatıyorsam, bunu suçlama amacıyla değil, olup bitenleri bugün nasıl değerlendirdiğimi sana ve kendime açıkça sergileyebilmek için yapıyorum. Kendimi daha iyi anlamaya başlayalı beri sana ve anneme karşı gösterdiğim anlayış da arttı. Çocukluğunda daha farklı bir karakter geliştirme fırsatı bulamamış olduğunu biliyorum şimdi. Böylesine bilinçsiz bir şekilde, gelişmemiş bir sorumluluk bilinciyle yaşamış olman üzücü.”
”Baba olarak sorumluluklarımı yerine getirmemiş, seni sevmemiş olduğumu mu söylemek istiyorsun?”
“Sana deminden beri anlattıklarımdan sonra bunu hala nasıl sorarsın? Sorumluluk ve baba sevgisi gibi güzel sözlerin ardına sığınıyorsun. Bana sorumluluk dolu bir baba sevgisi veremezdin ki: böyle bir şeyi kendin yaşamamıştın, ne olduğunu bilmiyordun bile. Bu yüzden eksikliğini de duymuyordun. Beni. küçük ve çaresiz bir çocukken kendi ihtiyaçların için kullanıverdin. Kendi ebeveyninin ve karının sana verememiş olduklarının hepsini benden bekledin. Kendine itiraf bile etmemiş olduğun çocukluktaki eksikliklerini telafi edebilmek için elimden geleni yaptım ben de. Ama bu küçük bir kızın ahından kalkabileceği bir şey değildi. Neyse ki bunlar geçmişte kaldı artık.”
“Bugün beni epeyce hırpaladım. Gene de ilk kez bugün öfkeli görmüyorum seni. Bu yeni bir durum benim için. Eskiden ağzımı açmam yeterdi köpürmen için. Acını ortaya koyup da sakin kalabilmeyi nasıl beceriyorsun? Sahtekarlık yapmadığını, sakin görünmek için çaba harcamadığını hissediyorum. Ama bunun nasıl mümkün olduğunu anlayamıyorum. Hatta bana anlayış gösterir gibisin.
“Olup bitenleri fark etmemiş olduğum için özür dilerim. Sana zarar verdiğimi, hatta senin ifadenle ağır zararlar verdiğimi bilmiyor, bundan kuşkulanmıyordum bile. Sonraları ergenlik döneminde beni itişin ve hor görüşünle kinini hissetmemi sağladın arada bir. Ama o zamanlar bunun nedenini bilmek istemiyor ve davranışlarına kızıyordum. Kendimi suçsuz yere saldırıya uğramış gibi görüyordum. Şimdi ise suçumu görüyorum ve hiç de saldırıya uğramış gibi hissetmiyorum kendimi. Bu konu hakkında biraz daha düşünmek istiyorum. Yaşlıların düşünmeye ayıracak zamanlan bol nasılsa.”
Sandra eve döndüğünde konuşmayı kocasına aktarır. her ayrıntısını hala hatırlamaktadır. Öyküsünü bitirdikten sonra da şöyle der: “Bugün babamı öncekilerden farklı buldum. Bu da benim değişmiş olmamdan ve çocukluktaki duygularıma kapılmama kararıma bağlı kalmamdan kaynaklandı. Sonuçta babam, hayatımın gidişinden hareketle, başımdan geçmiş olması gerektiğini düşündüğüm olayları doğruladı. Buradan geriye dönmek, yeni şüphelere, hayallere, düzeltmelere kaçmak mümkün değildi artık.”
“Garip ama seni böylesi b i r durumdan kurtaran da baban oldu. Onunla yaptığın konuşma sayesinde bütün kuşkularından ve kendine karşı duyabileceğin güvensizlikten kurtulmuş oldun.”
“Evet, ama bunu en çok sana borçluyum. Senin desteğin olmakla, babamla konuşmaya giderkenki güven duygum olmazdı. Sana anlattığım her şeyi, henüz ben ciddiye alamazken ciddiye aldın. Babamın yanındayken kendimi ve öykümü bir an olsun gözden yitirmedim.
Şimdi gerçeği bütünüyle biliyor olmamı da bu tavra borçluyum. Acı bir gerçek bu, ama yine de verdiği acı, bitmez tükenmez bir şüphenin çektirdikleri yanında hiç kalıyor. Suçlulara yardım ederken kurbanları susturan bir toplumda, şüphelerden böylesi bir kurtuluşun oldukça özgürleştirici ve aydınlatıcı bir etkisi oluyor. Nihayet ayaklarım yere basmış gibi oldum.”
“Niyetin esas olarak yardımseverlik değildiyse bile, babana da bir hediye vermiş olabilirsin. Görünüşün aksine, yüreğini muhtemelen oldukça rahatlattın. Karşısına eskisi gibi öfkeyle çıkmış olsaydın, korku ve savunma tepkisi gösterecek, kapılarını sıkı sıkı kapatacaktı. Neyse ki sakin bir şekilde konuşabildin. Acı çekmiş olduğunun yanı sıra bunu aşmış olduğunu da hissedebildi. Sen de, sana kötü niyetinden değil, cehalet ve kafa karışıklığından ötürü zarar vermiş olduğunu anlayabiliyorsun şimdi. Hayatındaki yanlış kararların sorumluluğunu kendin üstlenmiş olduğun için, bunların hesabını tutup da yaşlı birine çıkarmaya çalışmadın. Görünüşte her şeyi affedebilen yüce gönüllü biri rolünü oynamaya da kalkışmadın. Hiçbir şeyi olduğundan önemsiz ya da sevimli göstermedin. Yine de onu sevmiş olduğunu ve belki de hala sevdiğini hissedebildi. Anlayışını da bu sevgiye borçluydun zaten. Tacizlere sessiz ve teslim olmuş bir tavırla katlanmaktan vazgeçmiş. karşısına yanılsamalardan arınmış ama aynı zamanda öfke de taşımayan, doğrudan, açık bir bakışla çıkan, dobra dobra konuşmayı göze alan büyük kızı, babanın da kendisini açmasını sağlamış oldu.”
“Bu doğru. Eğer affetmeye hazır, ama içimde bastırılmış bir hınçla gitmiş olsaydım bunlar mümkün olamazdı. İçimdeki öfke ilk fırsatta patlayacak ve o noktadan itibaren kontrolü ele alacaktı. Onu hor gördüğümü açığa vuracaktım, o da otoriter baba rolüne sığınacaktı. İşin bu yöne dönmesi ihtimal dışı değildi, aramızdaki iletişim zaten yıllardır bu şekildeydi. Onu gülünç buluyor ve hor görüyor, ama ergenlik çağında, beni tıpkı onun gibi bir şeyle etkileyebilen erkek arkadaşlar seçiyordum. İlişkilerimi de görünüşteki güçlerinin, tıpkı bir zamanlar babamınki gibi, görünüşten ibaret olduğunu anlayana dek sürdürüyordum. Ben, entelektüel sıvamın altında. Duygusal açıdan babasının sihirbazlıklarını ağzı açık seyreden küçük kız olarak kaldığım sürece naifliğimden yararlanabiliyorlardı, tüm bilgilerime karşın. Babamın karşısında eski öfkeme kapılmamış ve kendimi bir an için olsun kurban gibi hissetmemiş olmak beni şaşırttı doğrusu. Bunun nedeni, kendime konuşma ve mutlaka söylemeyi uzun süredir istediğim şeyleri söyleme iznini vermiş olmamdı belki de. İnsan kendini susmaya zorlamadığı ama aynı zamanda hislerine kapılarak da konuşmadığı zaman nefret şaşılası bir süratle ortadan kayboluyor. Onu yaralamaya, üzmeye, ona saldırmaya ya da başka bir şekilde acı vermeye ihtiyacım yoktu artık. Benim açımdan belirleyici önem taşıyan ve nihayet adlarını koyabilmiş olduğum olgulardan saptırmak istemiyordum konuyu.”
“İçimdekileri dışa vurabilme özgürlüğüm, huzurlu ve sakin olmamı sağladı. Ne başım ağrıyordu ne de başka bir şikayetim vardı. Ben, bana kulak vermesini sağlayabildim, o da yaptıklarından pişmanlık duyabildi. Mazeretlere sığınmaksızın, cehaletinden ötürü üzüntü duyduğunu söyledi. B da bana yetiyor, en azından şimdilik. Yetişkin bir insan olarak babamla konuşabilmek ve bu sırada korku duymamış olmak hoş bir duyguydu aslında, bunu ilk kez yaşadım. Babamla yaptığım konuşmayı düşündüğümde, yaşına göre şaşırtıcı bir gelişim yeteneği göstermiş olduğunu itiraf etmem gerekiyor. Yıllar yılı ailemle, ‘huzuru bozmamak’ adına, geleneksel kalıplara uygun. yüzeysel bir ilişki sürdürmeye çalışmış ve bundan sürekli acı duymuştum. Çünkü bu yolla, benim için bu denli önem taşıyan insanlara ulaşabilmem asla mümkün olmuyordu. Bu kalıplaşmış güler yüzlülük takıntısından kurtulduğum an, babama ulaşabilmiştim.”
” Bir anlamda babanı mücadeleye davet etmiş oldun ve itiraf etmek gerek ki o da bunu kabul etti. Bunu kabul edemeyen anne babalar da var. Ama kendimizi riske atmadan, karşımızdakinin nelere muktedir olduğunu öğrenemeyiz. Beklenmedik bir şey, ancak diyalog içinde ortaya çıkabilir. Belki de çıkmaz. Açıkmış görüntüsü veren ve çok iyi konuşan, ama sağlam kalelerini terk etmek durumunda kalınca paniğe kapılan pek çok insan vardır. Böylesi bir korunma olmaksızın varlıklarını sürdürebileceklerini düşünemezler. Neyse ki baban öyle biri değilmiş.”
“Belki de babam aslında istisnai biri değil, ama birbirimizle konuşma çabalarımız bu kadar seyrek olunca bunu nereden bileceğiz? Ben de 30 yıl beklemedim mi? Biliyorsun, Vancouver’da yayımlanan Empathic Parenting adlı dergiye yıllardır aboneyim. Ebeveynleri. yeni doğanların, küçük bebeklerin ihtiyaçtan ve çocuklara yönelik vahşeti önlemek için gösterilen çabalardaki en son gelişmeler konusunda bilgilendirme amaçlı bu dergiyi oldukça uzun bir süredir okuyorum. Oradan öğrendiğime göre, Colorado eyaletindeki Bouldem’da, kendilerine destek olmak amacıyla genç ebeveynleri ziyaret eden gruplar oluşturulmuş. İstatistikler, o yörede çocuklara yönelik kötü davranışlann daha şimdiden oldukça azalmış olduğunu gösteriyor.
“Babamla yaptığım konuşmadan sonra, başka bir tür koruma önleminin de bu konuda yardımcı olabileceğini düşünmeye başladım: Genç ebeveynlerin, kendi ebeveynleri ile konuşmaya teşviki.Bu konuşma, onlara suçlamalar yöneltmeye değil, kendi yeni deneyimlerini aktarmaya yararnalıdır. Çünkü bugün, yinni yıl önce genelde bilinmediği söylenebilecek şeyleri biliyoruz. Bunları dinlemeye ve anlamaya hazır ve hatta buna sevinecek pek çok ebeveyn vardır mutlaka. Bu da torunlan açısından büyük bir şans:·
“Yani torunlanna daha candan bir ilgi göstereceklerini mi kastediyorsun?”
“Hayır, çoğu bunu zaten yapıyor. Torunlar söz konusu olduğunda, eğitme takıntısını ve kendi çocukluklanndan kaynaklanan korkulan bir kenara bırakmış oluyorlar. Benim demek istediğim, genç ebeveynlerin, yetiştirilmeleri sırasındaki hatalı, hatta tehlikeli noktalan, işin içine öfke ve suçlamaları katmaksızın kendi ebeveynlerine anlatabilmeleri, bunların adını koyabilmeleri durumunda, aynı hataları kendi çocuklarında tekrarlama tehlikesinin azalacak olması. Günümüzde, ‘yediğim tokatlar bana iyi geldi, hak etmiştim zaten’ diyen ne kadar çok insan var.”
“Bu tür düşünceler. yetişkin insanların kendi ebeveynlerinden duydukları eski korkuyu, içlerinde değişmeden kalmış olan küçük çocuğun korkusunu dile getirir. Ebeveynin davranış ve düşünceleri onaylanır, suçlamalara karşı savunulur ve idealize edilir. Bunun sonucu da kendilerine uygulanmış vahşetin cahilce kendi çocuklarına aktarılmasıdır. Ama genç ebeveynler, kendi ebeveynlerini, çocukları olarak değil de, bilgili yetişkinler olarak ziyaret ettiklerinde, yetişkinler arasında bir diyalog kurulabilir. Bu. eski kalıba uygun ama bu kez rollerini değişmiş olarak. bir tarafın diğerine ders vermesi şeklindeki bir buluşma değil, iki neslin karşı karşıya gelişi olacaktır.
“İşte bu yüzden bu tür konuşmaları, çocuklara kötü davranılmasının önlenmesini sağlayabilecek bir fırsat olarak görüyorum. Ne kadar istesek de geçmişi değiştiremeyiz. Ama yaşananların bizde yarattığı sonuçlan değiştiirebileceğime inanıyorum. Benim yapmış olduğum gibi korkup susmak gerekmeyecektir o zaman. En azından konuşmayı deneyip, neler olduğunu görebiliriz. Çocuklarımız henüz küçükken, hatta henüz doğmamışken bunu deneyecek olursak. onlara, ‘büyüklerim sen ama adildi, attıkları tokatlara çok şey borçluyum’ diyen ebeveynlerden daha iyilerine sahip olma fırsatı vermiş oluruz. Pek çok insan ileri yaşlarda bile, ebeveynlerinin kendilerini susarak, köpürerek ya da anlayışsızlıkla yaralayabileceğinden korkar ve bu korkuya saplanıp kalır. Bu, hayatları boyunca bir engel oluşturabilir. Aslında artık küçük çocuklar olmadıkları .için hiçbir tehlikenin söz konusu olmadığını kavradıkları anda engel ortadan kalkar. O zaman, yetişkin insanlar olarak, büyüklerinin suskunluğunun çoğu zaman çaresizliklerinin dışavurumu olduğunu fark ederler.
“Yaşlılar, her zaman değilse de genellikle, içinde yetiştikleri düşünce kalıplarında kısıtlı kalmışlardır, bunlardan destek alırlar. B u nu n gözümüzü korkutmasına i z i n vermemeli, sinmemeliyiz. Önemli olan nokta, kendi ebeveynimizden korku duymadığımız zaman, çocuklarımız yararına özgürleşmiş olmamız ve eski vahşeti körü körüne tekrarlamak zorunda kalmamamızdır. Korkumuzu azaltabilir, hatta tümüyle ortadan kaldırabiliriz. Bunu bugün bizzat yaşadım.
Şunu bir düşün: İnsanlık tarihinde çocuklara karşı kötü davranışın sonuçları incelenmemiştir. Bunların ne denli korkunç olduğunun yeni yeni farkına varıyoruz. Ama elimize değişiklik yapabilmeyi sağlayan araçları veren de bu işte. Son yirmi yıl içerisindeki keşifleri pratiğe geçinmek bize ve gelecek nesillere düşüyor.”
“Ne demek istediğini anlıyorum. Bu sorun doğum sonrası danışma merkezlerinde ya da hamile gruplarında ele alınmaya başlanabilir.”
“Kesinlikle. Çünkü deneyimlerin gösterdiğine göre, hamile kadınlar böylesi konuşmalara pek ilgi duymuyor ve her şeyi kendi annelerinin yapmış olduğundan farklı yapacaklarına inanıyorlar. Halbuki çocuklarından temelde sadece kendi özlem ve beklentilerini karşılamasını umuyorlar. Ancak çocuk doğduktan sonradır ki kendi sıkıntı ve çaresizliklerinin düzeyini fark edebiliyor ya da her şeyin kendi beklentileri doğrultusunda gitmemesi durumunda gösterebildikleri tek tepkinin aşırı bir öfke olduğunu şaşkınlıkla görüyorlar. İşte nihayet bu noktada yardıma ihtiyaç duyuyorlar. Bu yardım kendilerine olabildiğince çabuk verilmelidir. Belki de en iyisi bunun danışma merkezlerinde yapılması, neden olmasın?
“Ama koruyucu bir önlem olarak, iyi örgütlenmiş bir bilgilendirme çalışması daha çocuk doğmadan önce başlamak zorundadır. Bu alanda pek çok çalışma yapılıyor. Hatta bebeklerin ihtiyaçları konusunda bilgi veren, eskimiş düşüncelerden tümüyle arınmış İnternet siteleri bile kurulmuş durumda. Bu yolla, hem bilgili bir arkadaş çevresinden, hem de kendi geçmişlerinde bebeklerinin sözsüz olarak verdiği işaretlere içgüdüsel olarak sevgiyle yanıt vermelerini sağlayacak olumlu deneyimlerden yoksun gençlere ulaşmak mümkün olabilecek belki de”
Hayat Yolları, Alice Miller , pg 42-55 (Deneme ve Başarma )