Şu an bütün dünyada insanlar hedefleri peşinde koşmakla meşguller. Kilo vermek en yaygın olanıdır; diğerleri arasında bir hayat arkadaşı bulmak, işini düzeltmek, kendini geliştirmek yer alıyor.
Hedeflerin nasıl koyulmaları gerektiğine dair bahsi biraz açalım: mesela ‘evlenme’ hedefini mi yoksa ‘bir arkadaşlık sitesine üye olma’ hedefini mi benimsemek daha iyidir ? Bir başka ifadeyle hedef belirlenirken süreç mi yoksa hedef mi gözetilmelidir?
Kişisel gelişim işindeki çoğu kişi ikisine de ihtiyacımız olduğunu düşünüyor. Bu mantıklıdır: Evlenmenin sonuç hedefi, arkadaşlık sitesine üye olmanın yada bu amaca ulaşmak için başka ne yapmak isterseniz , onun süreç hedefiyle güzelce tamamlanıyor.
Arzuladığımız neticeleri elde etmek için azimle çalışırken hedef koymak faydalı olsa bile bunaltıcı olabileceği, hedef peşinde koşmaya bağımlı hale gelinebileceği de ortadadır. Bu oyun yorucudur, gecikmek, sürüklenmek, arkada kalmak korkularıyla doludur ve aslında gerçekten kazanılmaz. Kendimizi bütün bu çabadan kurtarmak ve bir süre bütün kusurlarımızla sadece ‘ var olmak ‘ hem güzel hem de huzur bozucu görünüyor. Öyleyse hedeflerimizi bir köşeye atıp hayatı bize sunduğu gibi mi yaşamalıyız?
Ama ilgisizlik iyi bir hal değildir. Kapasitemizi geliştiren faaliyetlerde bulunmamız, kendimizi ve durumumuzu geliştirmek arzusu doğal, saygıdeğer ve ciddiye alınacak bir şeydir.
Psikiyatr Viktor Frankl, insanın olduğu kişi ile olacağı kişi arasındaki gerilimin , zihnin esenliği için kaçınılmaz olduğunu düşünüyordu :” insanın aslında ihtiyaç duyduğu şey, gerilimsiz bir hal değil, faydalı bir hedef, özgür iradesiyle seçtiği bir iş için çaba ve emek vermektir. “ ( İnsanın Anlam Arayışı, sf 110) Onun getirdiği akış teorisinde, hedefler, ‘sıkıcı olmayacak kadar zor’ olmalı ama aşırı endişe yükleyecek kadar da zor olmamalıdır.
Demek ki bazı ileri doğru hareketler zihin için önemlidir ve hedefler zihni meşgul etmeye ve hareketlerimizi yönlendirmeye yarar. Ama bunların ileriye doğru büyük atılımlar olmalarına gerek yoktur. Büyük işlere kalkışmadan oraya buraya sürüklenmeden ve bir parça daha zor bir şeyi öğrenerek yaparak da tabii bir şekilde gelişmek mümkündür. Daima ilerleyin.
Doğru yönde ilerliyor olduğumuzu bilmek için hedef belirlemeden önce DEĞERleri biraz düşünmekte fayda var, zira değerler hayatımız hakkında düşünmek için daha geniş bir çevre yaratır. Hedefler ve değerler arasındaki ayırım yolculuk mecazıyla açıklanır. Hedefler yolculuğunuzda görmek istediğiniz manzaralar gibidir, yol aldıkça listenizde bunları birer birer işaretleyebilirsiniz. Değerler ise yolculuk etmek istediğiniz ve dilediğiniz sürece gitmeye devam edeceğiniz yönü gösteren ‘pusula’ gibidir.
Demek ki mesela doktor olmak gibi katı bir hedefe kilitlenmektense insanlara yardım etmek gibi hayata geçirebileceğiniz bir değer seçmekle işe başlayabilirsiniz. Böylece asıl önemli olanı gözden kaçırmaz, belli bir hedefe kilitlenmekten kaçınır ve esneklik kazanırsınız zira daha kapsamlı olan değeri hayata geçirmenin birden fazla yolu olabilir. Bir sebepten ötürü tıp tahsili hayal olsa bile size uygun olan başka iş imkanları bulunabilir.
DEĞERler, biraz sorgulanmalı. Sizin için hangi değerler önemli ? Onlara gerçekten sahip çıkabiliyor musunuz? Bir noktada değerlerimizi dikkatli bir şekilde incelemeden körü körüne benimseyip benimsemediğimizi kontrol etmeliyiz. Değerlerimizin birbiriyle çelişip çelişmediğine de bakmalıyız zira bu çelişik hedeflere sebebiyet verir. SORgulanmamış bağlılık ve özgürlük değerleri , ilişkiler alanındaki hedeflerimizi karıştırabilir.
DEĞERlerimizi gözden geçirdiğimizde , işler zorlaştığı an bir hedefi terk etme tehlikesini önlemek de mümkün hale gelir. Mesela, ince bir vücuda sahip olmak isteyebiliriz ama yememize ve hareketlerimize dikkat edecek kadar çok istemeyebiliriz ( sağlık buna bağlı hale gelirse bu da değişebilir ) Değerlerimizi dikkatlice düşündüğümüzde , ‘adanmaya gerçekten hazır olduğumuz’ hedefler koymamız kolaylaşır.
-Psikolog
*
Başarı ile başarısızlık arasındaki çizgi hem çok ince hem çok oynaktır. Burada kriter ne olabilir?
Daha iyi ve daha kötü, ancak kendimizi , içinde bulduğumuz konumdan ölçülebilir.
Hedeflere ulaşmak bir mecburiyet olmamalıysa, bir beklenti de olmamalıdır. İki insan bir şeyi başarmak için ellerinden geleni yapmaya eşit miktarda adayabilir ama bir tanesi başaracağını umarken diğeri başaracağına körü körüne inanır. Beklentiye girmeden ümit etmek daha dürüsttür ve bizi yenilgiye hatta mutlak başarısızlığa daha hazır yapar.
Tabi başarmak için başarıya inanmamız gerektiğini iddia edenler de vardır. Bu , inançtaki herhangi bir zayıflamanın yahut da başarısızlık ihtimalini kabulün , kararlılık ve dikkati yıpratacak bir şüphe çatlağı açacaktır. Bu, bazılarımız yahut çoğumuz için doğruysa , gerçeklikle başa çıkmakta yetersiz kaldığımızın vahim bir göstergesi olabilir ve daha gerçekçi ile en etkili yol arasında bir seçim yapmak mecburiyetinde kalabiliriz.
Kendimize inancımızın tam olması gerektiğine olan inancımız, herhangi bir kendinden şüpheyi mutlaka silinmesi gereken bir zayıflığın işareti olarak göreceğimiz anlamına gelmektedir. Bir başka değişle, KENDİNDEN ŞÜPHE, İRADEYİ ANCAK ŞÜPHEYLE YAŞAMAYI ÖĞRENMEDİĞİMİZ İÇİN SARSACAKTIR.
Bazı hedeflerin saçma ve yüzeysel oldukları iddia edilebilir. Sorun şu ki, yanlış ( belki de doğru ) açıdan bakarsak çoğu şey saçma gelir ve yüzeyseldir. Mesela çok satan bir kitap yazmanın yahut bir edebiyat ödülü kazanmanın yüzeysel olmadığını düşünmek boşuna olabilir. Zevklerin geçiciliğine,, eleştirmenlerin değişkenliğine bakılacak olursa, böyle bir başarıyı ehemmiyet göstergesi olarak kabul etmek de hata olur. Kayda değer hedeflerin hem mühim hem kalıcı olduklarını düşünürsek ümitsizliğe düşebiliriz.
Buradan yola çıkarak bir öneride bulunabilirim. En iyi hedefler, YAPmaya ve OLmaya odaklananlardır, bitirmeye değil. İster Grad Slam ı kazanmak olsun, ister en iyi kuru fasulyeyi yapmak olsun , hedef bir şeyi bitirmeye yönelikse hedefe ulaşılınca yapacak bir şey kalmaması sorunu ile karşı karşıya kalınıyor. Bir başka hedef belirleyeceksiniz ve döngü sürecek ta ki siz hayattan sıkılana ya da hayat sizden sıkılana kadar. Fakat eğer hedefiniz, iyi bir aşçı olmak, güzel bir yemek pişirmekse o zaman bu hedefi gerçekleştirmek sizin için daha anlamlı ve doyurucu bir hayat , değer verdiğiniz şeyleri barındıran bir hayat yaşamakta başarılı olduğunuz manasına gelir.
Hangi türden yapış ve oluşların gerçek başarı olduğuna hangilerinin olmadığına dair bir şey söylemekten kaçınmak dürüstlüğe sığmaz. Fakat filozoflar buna cevap verdiklerinde, beyanlarının sadece kendilerine faydası olduğundan şüphelenilir. Mesela Aristotales, doğru bir hayatın akla uygun olması, en azından ona büsbütün aykırı olmaması gerektiğini düşünüyordu , bu da biraz bir fırıncının ekmeğin vazgeçilmezliğine dair vaaz vermesine benziyor.
Fakat bunda da elbette bir hikmet vardır. Aristotales için, sadece hayvan yahut beşer olarak değil, insani melekelerimizi en uygun şekilde değerlendirecek şekilde yaşamamız mühimdi. Akla uygun bir hayat , diyordu, “insan hayatıyla kıyaslandığında, ilahidir ve sahip olduğumuz en değerli elementle uyum içinde yaşamak için elimizden geleni yapmamız gerekir zira kütlesi küçük de olsa değeri ve gücüyle her şeyi aşar.“ ( Nikhomakhos Etiği, sf 196)
Belki o , insanın en iyi parçasında, ilahi yanında, akıldan başka bir şeyler de bulunabileceğini düşünmemiştir. İnsanlar sadece, düşünebilme melekeleriyle diğer canlılardan ayrılmazlar , ahşaba şekil verebilir, dans edebilir, müzik yapabilir, anlayışla sevebilir, ekin ekebilir vb. Bu şeyleri yaparak yaşamayı hedefler ve başarılı olursak, insani potansiyelin doruğuna ulaşmış olmasak da şüphesiz kayda değer bir şey başarmış oluruz.
-Filozof
*Psikolog ve Filozof , Julian Baggini/ Antonia Macaro