Hastalığın olduğu yerde iyileşme var, ya değişim-dönüşümün olduğu yerde ?
İyileş(tir)me çabalarının , içinden geçtiğimiz gündemlerle yoğunlaşması, konunun değişim-dönüşümle ilgisi, sınırlılık , yeterlilik ve yöntemlerini ele almak gerekliliğini getiriyor.
İyileşme, sandığımız şey mi ?
İyileşme ve iyileştirme çabasını anlamlandırmak için değişim –dönüşüm’ün doğalına bakalım.
Değişim- dönüşüm denilen olguyu, doğada bir yılanın deri ,keşiş yengeçlerin kabuk değiştirmesi , tırtılın kozadan kelebeğe yolculuğunda da görüyoruz. Bitki yada hayvan, bu süreçleri sorun yaşıyorum diye görmüyor ( ne gördüğünden münezzeh , başına geliyor, doğası. ) İnsana göre, mahlukat, doğal sürecini yaşıyor.
Tırtıl kendi kendine kelebeğe dönüşürken , insan için dönüşüm, destek ve iyileş(tir(meyi gündeme getiriyor.
Tırtılın kozada geçirdiği dönem benzeri deneyimimiz, içe kapanma, kısıtlılıklar, sosyal ilişkilerin zayıflaması gibi örüntülerin görüldüğü , depresyon denilen olgunun özellikleriyle benzer. Kozadaki tırtıl , depresyondaki kişi gibi hüzün vb hisseder mi bilinmez . Bu benzerlik, yine de, ne söyleyebilir ?
Tırtıla koza, kelebek olup uçması için gerekense, insan için de benzer süreçlerin dönüşüm için yaşanması gerektiği fikri, ‘bunu neden yaşıyorum’ sorusuna cevap bir pencere açarak insan için deneyime anlam kazandırabilir. Bu fikir, tarafımıza, sürekli bir mutluluk ve dışa dönüklük baskısı enjekte eden popülerden , ‘içime kapandım , hemen açılmalıyım’ türü süreci engelleyen bir telaştan da özgürleştirir. (Tırtıl, kozasında, dışarıda bir şey kaçırıyor muyum telaşını yaşar mı?)
O halde, insan için değişim ve sancıları hangi noktada müdahale ister, sorusu gelir, burada ölçüt nedir ? Psikolojide,” insanın günlük yaşamını sürdürmesine engel oluyor mu” bir kıstas… Yaşama mümkün mertebe devam etme çabası, iyileşme için gerekli deneyimleri kişiye sunabilir de; yaşam örseleyici olduğu kadar, iyileştirici de…
İnsanın kendiliğinde, yara sarma-iyileşme rezervlerine sahip olduğunu bilir, buna güveniriz. Yaşamın olağan’ında kendisine gerek duyulmadığı için ortaya çıkmamış, uyuyan yetenek ve potansiyelinin zorlanmayla açığa çıktığını da gözlemleriz. Bütün bunlar genellikle bir zorlanmayla gelen dönüşüm-değişimin gerçekleşmesine izin verilmeden mümkün müdür ? ( Acı da dahil..)
“İzin verelim ancak kişiyi desteklemek için hiç bir şey yapmayacak mıyız ?” Önce ne yapmamak gerektiğine bakalım; bu da bizi destek vermekle deneyimi engellemek arasındaki ayrıma götürsün.
Emeklemekten yürümeye geçişte, çocuk için düşmeye izin vermek, ‘geçiş deneyimi’ne izin vermektir- ki bu değişim istenir. Değişime destek, düşmeyi engellemekle değil, düşme sonucu olası riski azaltmak örneğin yaralayabilecek eşyaları kaldırmak, çocuğu yönlendirme, cesaretlendirme, ayağa kalkmasına destek ne varsa onu beslemekle olur.
Müdahale etmek, kişiyi geleceği belli bir acıdan korumak isteyebiliriz, ancak bu naif istek nasıl şekillenmeli ? Acıyı önleyeceğim derken deneyimi engellemek , kişiyi deneyimden korumak (?) iyileşmeye değil yapay bir iyilik balonuna hizmet eder, zira gerçeklikle bağlantı kesilmiş olur. Çocuk için istediğimiz, düşmemesi de düşüp kalması da değil, düşüp kalkmasıdır, yürümeyi öğrenmesi…
Deneyim sürecine izin vermenin getirdiği bir açılım daha mevcut, yardım talebinde bulunan kişiyi ilgilendiren. Yardım talep edilen nokta genellikle sorun çözme olarak beliriyor, elbet bu da bir olası kazanım. Dikkat çekmek istediğim diğer kazanım, sürecin hedeflenmesi gereken başka bir çıktısı, kendinde olan potansiyeli ortaya çıkarmak. ‘Hokus pokus çözül sorun’ yerine önereceğim, dikkati sürece odaklamak. Çözüm denilen, çözüm diye nişan alınan tek nokta yerine, yan yollar ve bağlantılı konularla çalışılan , başka noktalardaki açılımlarla kendiliğinden ortaya çıkan olabilir. Süreç çözüme dahildir, çözücüdür.
Yapmak yada Yapmamak : Doğa’l olan , bazı şeylerin kendiliğinden iyileştiğini söylüyor. Kişi değişimin getirdiği acıya katlanabilecek dayanıklılıkta olmalı (Değişimin büyük acı getirdiği bazı durumlarda zafer basitçe hayatta kalmaktır , savaşlar vs ) Bu dayanıklılık nereden gelir soruna bir cevap ; zorlayıcı deneyim gelmeden, yaşamın normalinde ( çoğun hiçbir şey olmuyor dediğimiz… ) yürüyen, kazanılan alışkanlıklar olabilir. Dışarıda sürüp giden bir kaos söz konusu olduğunda, kişi için sakin ve kendinde kalmasına destek ruhsal temeller olabilir, dışarıdaki kaosa rağmen ‘kurtarılmış bölgeler’i kendi içinde bulması ve beslemeyi öğrenmesi olabilir.
“Bunun için psikoterapinin en zarif amacı, hastayı imkansız bir mutluluk durumuna sokmak değil , ıstıraba katlanırken sebat ve felsefi sabrı onun için mümkün kılmaktır. Ömrün bütünlüğü ve tatmini ıstırapla sevinç arasında denge gerektirir. Fakat ıstırap pozitif anlamda nahoş olduğundan tabi ki insanın ne kadar korku ve endişeyi kaldırabileceğini hiç ölçmemek yeğlenir. Bu yüzden daima işi yumuşatarak bir iyileşmeden ve olabilecek en büyük mutluluktan bahsedilir, fakat ıstırabın ölçeği dolmayınca mutluluğunda zehirli olacağı düşünülmez. Nevrozun ardında sık sık , insanın katlanmaya istekli olmadığı bütün o tabii ve zaruri ıstıraplar saklanır. Bu en belirgin, iyileşme sürecinde , önlenmek istenen benzer ruhani acıların , isteri acılarının yerini almasında görülür” C.Jung, Psikoterapi Pratiği , sf 94
“Çabuk İyileş”!?
Hakkında konuşmanın baskı yaratarak doğal akışı bozduğu, olmakta olanı sekteye uğrattığı durumlardan bir tanesi, iyileşme konusu.
Hem kişinin kendi kendine, hem diğerlerince kişiye yöneltilebildiğini gördüğümüz iyileşme beklentisinin, insan için bir baskı , neredeyse beklentilerin hayal kırıklığına uğratıldığı bir nokta haline gelmesi de mümkün; bu nedenle kişinin, “yeteri kadar cesur değilim, yeteri kadar güçlü değilim, iyi değilim” gibi düşünce ve yetersizlik hissine kapılarak , iyileşme için kendisine gerekli güveni kaybettiğini gözlemleyebiliyoruz.
Burada düşülen yanılgı, sıklıkla, iyileşmeyi bir süreç değil sonuç-son nokta olarak görmekle ilişkili, bu bakışı, çoğun farkında olmadan, hem kendimize hem de iyileşmesini beklediğimiz öteki’ne yönlendiriyoruz . Yukarıda değindiğimiz gibi süreç, ağlamayı da, ağlamaya izin verdikten sonra toparlanıp işine gücüne devam etmeyi de içeriyorken; iyileşme denilen , deneyime izin verme, deneyimin içinden geçmeyi ister, deneyim tamamlanmayı talep eder, kendi hızı , kendi akışında.
Örneğin yas deneyim-sürecine izin verilmediğinde, sonrasında duygusal sorunlar , nereden geldi anlaşılmayan patlama ve yıkımlar görülebilir.
Yaşanmasına izin verilmeyen , işlenemez, işlenmeyen dönüştürülemez.
Ayrılık temasında boşluk-kaybın gösterdiği, gidenin içinde , gidenle birlikte kaybedilmiş olan neyse, onu onurlandırmak, sevginin yaşamda doldurduğu boşluğu görmek, kutlamak ; yaşamın içinde sürmekte olan canlılıkta onu tanımak ve hakkını vermek, olabilir.
Acı bir deneyimin ortadan kalkması, deneyimle kazanılması-fark edilmesi mümkün olanın da ortadan kalkması anlamına gelir.
Deneyime alan açmanın değerine vurgu, bu nedenle….
Bu alan, hem kişinin kendisine izin vermesi, hem diğerlerinin kişiye deneyimden geçme ve iyileşme için alan bırakması gerekliliğini kapsar. Kişiyi yalnız bırakmak değil kendiliğinde iyileşmesine izin vermek, ihtiyaç duyduğunda destek vermeye gönüllü olduğumuzu bilmesini sağlayarak geri çekilmek. Bu, iki taraf için de eş zamanlı ama farklı anlamlarda iyileştirici olurken yorgun ilişkiyi de tamir şansı verir. Bazı durumlarda tamir, sonlanma-tamamlanma anlamına, elbette, gelebilir.
**
Bilim, insanı çalışmanın bir yol-yordam-metodunu sunar, bir yöntem olarak benimsenir, lakin şunu da kabul eder ve biliriz ; insan hala katman katman bir muamma… Konu insan ruhu olduğunda, onarımın, bir arabanın tamiri gibi işlemesini beklemek, insan bilinmezini tanımamak , insana teknik bir “olması gereken” gözüyle bakmak ve sonucu beklentileri insana yüklemek anlamına geliyor.
İki kere ikinin dört etmeyebildiği, insan, oysa…
Elden Gelen İyi
İyileşme kırılganlığı içerir, bu kırılganlık kişiyi etki altında kalmaya açık hale de getirebilir. Böyle bir durumda kişi, aradığı – karşılaştığı bilgiyi nasıl sağlıklı ele alabilir ?
Kitaplar değerli ve gerekli, deneyimin elinden öğrendiklerimizle tamamlandığında. Nasreddin Hoca’nın ‘bana eşekten düşeni getirin’ hikayesi…
Bir düşüp kalkmış’ın bilgisinde genellebilecek taraflar olduğu gibi , genellenemeyecek kişiye özel taraflar da var. Hayatta genel geçer kurallar olduğu gibi öznel-biricik durumlar da var, her insan hikayesi, dolayısıyla hem genel hem biricik tonlar taşıyor.
Bu neden önemli ? Kişi, özellikle, kendi için yeni, ne yapacağını bilemediği, zorlayıcı durumlarda – dışarıdan gelecek cevaba açık olmaya dahası o cevap tarafından şekillenmeye meyilli . Zorlayıcı deneyimler, öğrenme merakını ateşler, bu iyi bir şeydir de , ve dışarıdan gelen önemlidir de. Diğer yandan edinilen bilgi , kişinin kendi uygunluk filtresinden geçirilmeli. Başkasının bilgisini olduğu gibi, basmakalıp hayatına almaya çalışmak, başkasına kıyafetini giymeye çalışmak gibidir, evet kıyafet kıyafettir, bedeni örter, ama ne kadar oturur, yakışır , ne kadar mutlu eder ?
Dışarı’dan geleni , kendi aklının, ruhunun, hikayesinin süzgecinden geçirip işlemek ve bunun için aklın araçlarını geliştirmek olabildiğince, bu nedenle değerli;
Kendi hikayenin tozuna toprağına elini bulamanı istemekte…
**
Deneyime alan açmak , düşmeye kalkmaya , suskun ve içine dönük dönemlere, hastalık- kayıplardan geçmeye ve bütün bunların görünür kıldığı kırılganlığı kucaklamaya; kırılganlık elinden kendine şefkat ve kabulün ortaya çıkmasına aracı olan. Deneyim böylece, kendini –olanı olduğu gibi kabule, psikolojik bağışıklık & dayanıklılığa işaret eden’in güçlenmesine aracı bir dönüştürücü olabilir; akışa teslimiyetin direnişe nefes kattığı yerde,
kendiliğinde(n) bir iyileşme…
Psk. Alev Topçu
14.9.2020
#dirayet