“Şeyler, neden düşünüldüğü -konuşulduğu gibi değil?” …. İndirgeme-genellemeyle çoğalıp duran soyutlama ve yan etkileri:
“… Zekanın abartılması tutku , heyecan ve içtenlikten uzak soyut düşüncenin, kısmen de olsa, yüceltilmesine neden olmuştur. Kierkegaard, zekanın fazla abartıldığında gerçeği, gerçeğe benzer şekillerde temsil eden fikirlere dönüştürdüğünü belirtmiştir. Bu dönüşüm kendi içinde bulunduğu şartlardan doğan mantık esas alınarak fikir olarak addedilen düşüncelerin daha üstün bir gerçeklik ortaya atmasına neden olur. Bu da fikirleri uymaları gereken gerçeklikten fazlasıyla saptırabilmektedir. Kierkegaard bu yüzden, bu tür soyut durumların “gerçekleri kandırmacalara , gerçeği de bir oyuna çevirdiğini yazmıştır.
Duygularımızı süzüp ayıklamaya ve bu yolla yıkıcılığımızın , özellikle de görülmek istenilmeyen yıkıcılığımızın aracı haline gelmektedir, soyutlama ; kendiliğimizden uzaklaşmamıza ve şiddet eğilimine neden olan ve bunun devamına yol açan bir araç olarak…
“Soyutlama, bir kavramın bilgi içeriğini azaltma veya indirgeme sürecine denir. Bu indirgeme, çoğunlukla belirli bir amaç için gerekli olan bilginin daha rahat elde edilebilmesi için yapılır. Felsefi anlamda soyutlama, fikirlerin nesnelerden uzaklaştırılması sürecine denir ve bir basitleştirme stratejisi olarak kullanılabilir. Örneğin birçok nesne kırmızı olabilir. Bu açıdan, bir nesneye ait kırmızılık özelliği bir soyutlamadır. Soyutlamayı hiyerarşik bir düzende ve değişik seviyelerde yapmak olasıdır.” vikipedi
Fikirlerin olguları, gerçek gereksinim ve güdüleri dikkate almadan ifade edebilmesi, gerçek gereksinimlerimize ve güdülerimize açılmamızı engellemektedir. Biz bilincine varmaksızın görüşümüz zayıflar, görüş alanımız daralır. Zayıflamış idrakin , bilimsel anlamda geçerli de olsa, insana kısa vadede iktidar ve başarı da getirse, hayatımız üzerindeki etkisinin yıkıcı olması kaçınılmazdır. Başka bir deyişle, soyutlamanın kendisi bir yandan yıkıcılığa neden olmakta , diğer yandan hepimizin içinde yapılanan , ama özellikle kendimizden ve duygularımızdan kopuk olduğumuz yerde büyüyen yıkıcılığın inkar edilmesine hizmet etmektedir.
Örnek vermek gerekirse, çevremizi ve diğer insanları ve yok edebileceğimizi düşünme zahmetine katlanmadan, kendimizi ilerlemeye adayabiliriz; soyutlamanın mantığı bize kendimizle o zamanki sonuçları bir araya getirmeme olanağı tanımaktadır. Her şey ilerleme adına yapılır, burada soyutlama utanç ve acı veren duygularla ilişkimizi kesmeye ve yabancılaşmaya hizmet etmektedir. Bunun etkilerini her yerde görebiliriz.
İyi bir örnek, kadının ezilmesi ve erkeğin ruhsal anlamda körelmesi olabilir. Ama bundan kaynaklanan başkaldırıyı, ‘içgüdülere’ bağlamaktayız. Gerçekte ise erkek kendini ve kadınları , asıl gerçeklerine uygun olarak değil, fiziksel güç ve iktidar metafiziğinin gerekliliğine uyan ‘soyutlamalar aracılığı ile’ görmektedir. Erkeğin bu davranışının bir nedeni, toplumumuzdaki çaresizlik, incinme ve kırılma korkusu. Ama erkek bu duyguları kendine itiraf edemez, çünkü benliğinin metafiziği kahramanlığı hedeflemektedir. Kendisi bir kahraman olamayacağını bilse bile, bu onun değer yargısı olarak kalmaya devam edecektir. Önem imajı üzerine kurulu özsaygısının onayı için kendisine hayranlık duyulmasına ihtiyaç duyar. Tam bu noktada kadının sözde daha aşağı veya en azından zayıf olan soyutlaması devreye girer, erkeğin gücünü üstünlüğünü kabul ederek ona imajını yapılandırma ve sağlamlaştırma olanağı tanır.
♻️
D.h.Lawrance’ın Gökkuşağı adlı romanında bu oyuna katılmayan kadın kahraman şöyle konuşur : “erkekler… sürekli iltifat edip konuşuyorlar, ama gerçekte içleri bomboş. Her şeyi anlamsız bir kalıba sokuyorlar. Aşk onlar için ölü bir hayalden ibaret. Bir kadını değil bir hayali seviyorlar, böylece kendilerini seviyorlar. Sanki ben sadece herhangi bir adamın hayaliyim. Sanki bir erkek benimle ilgili hayaller kurduğu için varım. Sanki onun ölü teorisine alet ettiği kadınlardan biri olmak için varım…onlar bir kadını alamaz. Her defasında yine kendi hayallerini alırlar. Açlıktan kendilerini yutmaya çalışan yılanlara benziyorlar.”
Yani soyutlama biz erkekleri gerçekliğin dışına atmakta ve peşinden koştuğumuz aşkı uzanamayacağımız kadar uzağa itmektedir. Gerçekten samimiyet aramak yerine hayranlık hedeflemekteyiz. Görüntülerin birbirini onaylaması bundan doğmakta ve buna gerçek denmekte… Bu sayede, kimse kimseye dokunmaz, kimse incinmez, ama ne yazık ki içimiz de boş kalır. Boşluk korkuya, korku öfkeye, öfke saldırganlığa neden olur. Saldırganlık bizi gittikçe daha soyut davranışlara iterek kopuşu güçlendirir. Çoğu kadın bu oyuna katılarak erkeğin güç yalanını kabul etmektedir. Onu onaylayarak düşüncelerini kabul eder, bir yandan da kendi gücünü kullanır. Bu yüzden cinsellik bir erkeğe sahip olmak ve onun efsaneleştirilmiş gücünü ele geçirmek için bir araç haline gelmiştir. Bunun sevgi değil yıkıcılık olduğunu, erkeğin kaderini yönlendirmekte ısrar eden kadınların gizli intikamlarında görebiliriz: onu her zaman ve her şartta karaman olmaya zorlarlar. Lawrance bu tür kadınların erkeği birey olarak değil, sahip olmak istedikleri gücün soyutlaması olarak gördüklerini anlatmıştı. Tıpkı erkeklerin yaptığı gibi… ”Soyutlama üzerine: insani yaşamın zayıflaması ve bozulması; Arno Gruen, Kendine İhanet”
#soMut #işlerderin
(…Kendimiz dışında bir şeyleştirilmesi zorlaşsın diye ona körlük diye sesleniyorum, herkeste göz varsa böylesi duyusal algımıza daha yakın…22.1.2021)
#somut
Pingback:Erkeğin İnsanlığının Köreltilmesi ve Kadının Ezilmesi-1 – Kozmik Psikoloji